Microservis Modası: Her Yere Uygulamak Gerçekten Gerekli mi? | Sahadan Notlar 🤔
Son zamanlarda yazılım dünyasında en çok konuştuğumuz, duyduğumuz kavramlardan biri "Microservis". Hemen her teknoloji etkinliğinde, her proje toplantısında, kahve sohbetlerinde karşımıza çıkıyor. Herkesin dilinde bir microservis, adeta dijital dönüşümün sihirli değneği gibi sunuluyor. Peki ama gerçekten öyle mi? Her proje, her büyüklük, her ekip için microservis mimarisi en doğru tercih midir? Yoksa bu durum, yıllar içinde gördüğümüz diğer teknoloji modaları gibi, bazen ihtiyacın ötesinde bir abartıya mı dönüşüyor?
35 yılı aşkın süredir bu sektörde, hem kod yazarak, hem mimariler tasarlayarak, hem de pırıl pırıl genç mühendisler yetiştirerek edindiğim tecrübelerle, bu konuyu biraz daha derinlemesine incelemek istedim. Özellikle son zamanlarda öğrencilerimden ve sektördeki dostlarımdan gelen "Hocam, biz her şeyi microservis yapmalıyız değil mi?" gibi sorular, bu konudaki kafa karışıklığının ne denli yaygın olduğunu gösteriyor. Gelin, bu dünyanın gerçeklerine birlikte bakalım.
Peki Nedir Bu Herkesin Dilindeki Microservis? Basitçe Anlatalım...
Hani eskiden bir projenin tüm parçalarını (kullanıcı yönetimi, siparişler, ürünler, ödeme vs.) tek bir büyük çatı altında, devasa bir yazılım bloğu olarak yazardık ya? Buna "Monolitik Mimari" diyoruz. Tıpkı büyük bir mutfakta, aşçıların hem et doğradığı, hem çorba kaynattığı, hem tatlı yaptığı gibi.
Microservis mimarisinde ise, bu büyük yazılımı mantıksal, bağımsız ve genellikle iş odaklı küçük parçalara ayırıyoruz. Her bir parça (servis), kendi içinde bağımsız çalışan, kendi veritabanına sahip olabilen ve belirli bir iş alanına (örneğin sadece "Kullanıcı Yönetimi" veya sadece "Sipariş İşleme") odaklanan küçük bir uygulama gibi düşünülebilir. Bu, tıpkı büyük mutfağı, ayrı ayrı uzmanlaşmış istasyonlara bölmek gibi: Et istasyonu, sebze istasyonu, tatlı istasyonu... Her istasyon kendi malzemelerinden ve ekipmanından sorumlu ve diğer istasyonlarla sadece gerektiğinde, tanımlı yollarla (API'ler aracılığıyla) konuşuyor.
Microservislerin Vaad Ettikleri (ve Neden Popüler Oldular):
Bu yaklaşımın temel vaatleri şunlar:
- Bağımsız Geliştirme ve Dağıtım: Her servisin küçük olması, farklı ekiplerin farklı servisler üzerinde paralel ve birbirini çok fazla etkilemeden çalışabilmesini sağlar. Bir serviste yapılan değişiklik, tüm sistemi yeniden derleyip dağıtmayı gerektirmez.
- Ölçeklenebilirlik (Scalability): İhtiyaç duyulan servisler birbirinden bağımsız olarak ölçeklenebilir. Örneğin, Kara Cuma gibi yoğun günlerde sadece "Sipariş İşleme" servisini ekstra sunucularla destekleyebilirsiniz, tüm sistemi değil.
- Teknolojik Çeşitlilik: Farklı servisler için farklı programlama dilleri, farklı veritabanları veya farklı teknolojiler seçmek mümkün olabilir (Her ne kadar bu da kendi risklerini taşısa da).
- Hata İzolasyonu: Bir serviste yaşanan kritik bir hata, tüm sistemi çökertmek yerine genellikle sadece o servisi etkiler.
Büyük, karmaşık, sürekli gelişen ve yüksek trafikli platformlar (Netflix, Amazon, Twitter gibi) için bu vaatler gerçekten cazip ve çoğu zaman gerekli hale geliyor. Bu devler, microservis mimarisi sayesinde devasa sistemlerini yönetebiliyor ve hızla yenilik yapabiliyorlar. İşte bu başarı hikayeleri, microservisleri adeta bir "zorunluluk" gibi algılamamıza neden oldu.
Peki İşin Gerçeği, Sahada Gördüklerimiz Ne Diyor? 🤔
Şimdi gelelim işin can alıcı noktasına: Her projeye microservis uygulamak ne kadar doğru? Tecrübelerim bana gösteriyor ki, bu modaya kapılıp, projenin ihtiyaçlarını ve ekibin yetkinliklerini göz ardı ederek her şeyi microservis yapmaya çalışmak, çoğu zaman iyilikten çok karmaşıklık getiriyor.
Sahadan Kısa Bir Vaka (veya Gözlem):
Geçmişte danışmanlık yaptığım bir şirkette, nispeten orta ölçekli, iş akışları çok sık değişmeyen bir iç süreç yönetim yazılımını modernize etme kararı alınmıştı. Ekip genç ve hevesliydi. Duydukları ilk şey "Microservis" idi ve hemen "Biz bunu microservis mimaride yazmalıyız!" dediler. Harika bir motivasyondu, eğitime açık olmak çok önemli.
Ancak işin içine girdiğimizde gördük ki:
- Ekip microservis mimarisinin getirdiği operasyonel yükün (servis keşfi, merkezi loglama, distributed tracing, yapılandırma yönetimi, CI/CD boru hatlarının karmaşıklığı) farkında değildi.
- Farklı servisler arasındaki iletişim ve veri tutarlılığı sorunları için net bir planları yoktu (transaction yönetimi, event sourcing gibi konulara yabancıydılar).
- En önemlisi, yazılımın iş domainleri tam olarak netleşmemişti. Hangi servisin ne iş yapacağı, sınırlar nerede çizileceği konusunda sürekli tartışmalar yaşanıyordu. Sonuç: Ortaya çıkan "servisler", iş mantığından çok, teknik katmanlara (UI servisi, business logic servisi, data servisi gibi) göre ayrılmış, aslında dağıtılmış bir monolit gibi davranan garip bir yapıydı.
Bu yaklaşım, başlangıçta "modern" hissettirse de, geliştirme hızını düşürdü, hata ayıklamayı kabusa çevirdi ve operasyonel maliyetleri artırdı. Basit bir özelliğin geliştirilmesi bile, birkaç serviste eş zamanlı değişiklik yapmayı ve karmaşık bir dağıtım sürecini gerektiriyordu. Oysa iyi tasarlanmış, modüler bir monolit (içeriden mantıksal katmanlara ve modüllere ayrılmış, ancak tek bir dağıtım birimi olan) bu proje için çok daha hızlı, yönetilebilir ve maliyet etkin bir çözüm olabilirdi.
Peki Ne Zaman Microservis, Ne Zaman Başka Bir Şey? Şimdi Tam Olarak Ne İşe Yaradığını Anladım Sonuç Paragrafı 💡
İşte burası "magic happens" dedikleri yer değil, "thinking happens" dedikleri yerdir. Microservis mimarisi, sihirli bir değnek değil, belirli sorunları çözmek için kullanılan güçlü bir araçtır.
Microservisler şunlar için ideal olabilir:
- Büyük ve Karmaşık Sistemler: İş alanı çok geniş, farklı fonksiyonların bağımsızca gelişmesi gereken platformlar.
- Yüksek ve Değişken Trafik: Belirli fonksiyonların (örneğin ödeme, arama) diğerlerinden bağımsız ve hızla ölçeklenmesi gerektiği durumlar.
- Büyük ve Dağıtık Ekipler: Farklı ekiplerin farklı iş alanlarından sorumlu olduğu ve minimum bağımlılıkla çalışması gereken yapılar.
- Teknolojik Çeşitlilik İhtiyacı (Dikkatli Kullanmak Gerek): Farklı servisler için gerçekten farklı teknoloji seçimlerinin anlamlı olduğu durumlar (genellikle nadirdir ve ciddi operasyonel yük getirir).
- Yüksek Hata İzolasyonu İhtiyacı: Bir hatanın tüm sistemi kilitlemesinin kabul edilemez olduğu kritik sistemler.
Ancak, microservisler şunlar için abartı veya yanlış bir seçim olabilir:
- Küçük ve Orta Ölçekli Projeler: Başlangıçtaki karmaşıklık, projenin büyüklüğü ve getirisine göre çok yüksek olabilir.
- Net Tanımlanmamış İş Alanları (Domainler): Hangi servisin ne iş yapacağı belli değilse, ortaya "dağıtık monolit" çıkma riski çok yüksektir.
- Düşük veya Sabit Trafik: Bağımsız ölçeklenme ihtiyacı yoksa, monolitik daha sade olabilir.
- Tecrübesiz Ekipler veya Eksik Operasyonel Yetkinlikler: Microservis yönetimi ciddi DevOps, monitoring, loglama, otomasyon ve dağıtık sistemler bilgisi gerektirir. Bunlar yoksa, sistem yönetilemez hale gelir.
- Hızlı Başlangıç veya MVP (Minimum Viable Product) Aşaması: Başlangıçta monolitik başlamak, iş domainleri netleşinceye kadar süreci hızlandırabilir.
Özetle: Microservisler, büyük ölçekli, dinamik ve karmaşık sistemlerin yönetimini ve ölçeklenmesini sağlayan güçlü bir desendir. Ancak beraberinde ciddi bir operasyonel yük, karmaşıklık ve ekip yetkinliği gereksinimi getirirler. Her projeye "microservis yapalım gitsin" demek yerine, projenin gerçek ihtiyaçlarını, ekibin yetkinliğini ve operasyonel altyapıyı göz önünde bulundurarak doğru mimariyi seçmek, "doğru araçla doğru işi yapmak" demektir. Bazen iyi tasarlanmış bir monolit veya modüler bir monolit, microservislerden çok daha etkili ve sürdürülebilir bir çözüm olabilir. Mimari seçimleri moda akımlarına göre değil, projenin mevcut ve gelecekteki gerçeklerine göre yapmalıyız.
Umarım bu sahadan gelen gözlemler ve sade anlatım, microservis dünyasına bakış açınızı biraz daha netleştirmiştir. Unutmayın, yazılım mimarisi seçimleri, mühendislik ve iş ihtiyacının kesiştiği kritik noktalardır.